Sorumluluğu ötekine atmak

 Sorumluluğu Ötekine Atmak

Günlük yaşamda insanlar birbirleriyle çatıştıkları zaman, galiba çoğunlukla çatışmanın kaynağı olarak birbirlerini gösteriyorlar. Bu konuda sosyal psikolojideki Yüklemle Kuramı’ndan yola çıkarak (kurami doğrudan aktarmaksızın) bazı örnekler sıralamak istiyorum.

Bir çatışmada üç temel öğe vardır: Biz, öteki kişi ve üzerinde anlaşamadığımız şey/konu. Şöyle somutlaştıralım:

Biz

Şey (konu)

Öteki

kalıcı kişilik özelliğine yüklemlemede (atifta) bulunmaktır. Ötekiyle çatıştığımızda genel eğilim, hemen ötekinin Çatışmanın kaynağı olarak, çoğunlukla kendimizi görmeyiz, üzerinde çatıştığımız konuyu da görmeyiz. Çatışmanın kaynağı olarak karşımızdaki kişiyi görürüz. Diğer bir ifadeyle çatışmanın tüm sorumluluğunu karşımızdakine, ötekine yüklemeye çalışırız; çatışmada kendi payımız olduğunu unutuveririz. Bu tavrımız dilimize de yansır:

Örneğin evlerimizde babalarımız kızdıklarında “Beni bağırtmayın; sinirlendirmeyin; sinirlenmeme sebebiyet vermeyin” derler

Bana öyle geliyor ki, bu sözleriyle babalar, öfkelenmesinin sorumluluğunu, herhalde bilinçli olmadan bir başkasına yüklüyorlar. "Beni bağırtmayın" diyen bir baba, galiba satır arasında şunu söylüyor:

"Eğer ben bağırırsam, bu durum benden kaynaklanmamaktadır, sizden kaynaklanmaktadır. Bağırtmayın, bağırmayayım. Benim bağırıp bağırmamam, benim elimde değil; sizin elinizde.

Oysa, eğer bir insan diğerine bağırıyorsa, bunda her iki tarafın da rolü vardır.

Kızdıran kadar, kızan da olayın içindedir. Bazen bir yakinınız ya da iş arkadaşınız için "Benimle zıtlaşıyor” dersiniz. Olabilir, karşınızdaki sizinle zıtlaşıyordur, ancak aynı zamanda, çoğunlukla farkında olmadan siz de onunla zıtlaşıyorsunuzdur. Zıtlaşma tek taraflı olmaz; duvarla zıtlaşılmaz; bir zıtlaşma için en az iki insan gereklidir.

Davranışlarımızın, hatta düşüncelerimizin sorumluluğunu bir başkasına, ötekine atmak adeta alışkanlık olmuştur. Son aylarda pek çok kişinin

- "Medya bizi oyalıyor; ortaya önemsiz konular atıp bizi saatlerce ekran başına oturtuyorlar” dediğini duyuyorum.

Olabilir; ama şurası da bir gerçek ki biz de oyalanıyoruz, oyalanmaya pek müsait gözüküyoruz. Burada da yine, kendi davranışımızın sorumluluğunu bir öteki'ne atıyoruz. Belirli bir Saatte, bir kanalda belgesel, ikincide klasik müzik konseri, üçüncüde ise sanatçılarla ilgili dedikoduları içeren bir magazin gösteriliyorsa ve çoğunluk kendi iradesiyle üçüncü kanalı izliyorsa, “medya bizi oyalıyor” demenin ne anlamı var. Bu durumda belki de şöyle söylemek daha doğru: “Akşamları yorgun

oluyorum, beni oyalayacak hafif şeyleri izlemeye ihtiyacım var, bu tür programları ben tercih ediyorum.”

Sorumluluğu bir başka insana, bir nesneye yüklemekle ilgili Sevgili Orhan Veli’nin harika bir şiiri var. Şöyle diyor usta: “Beni bu güzel havalar mahvetti, / Böyle havada istifa ettim / Evkaftaki memuriyetimden...” Yaptıklarından kendisi sorumlu değildir, havalar -dış güçler- sorumludur.

Pek çok konuda öteki’ne sorumluluğu atma alışkanlığımiz deprem konusunda da ortaya çıktı. Marmara depremini izleyen günlerde adeta milletçe

"Bizi bu müteahhitler mahvetti!"

diye feryat ettik. O evlerin yıkılmasında bazı müteahhitlerin payı var; peki daha binlerce kişinin, hatta hepimizin payı yok mu? En çok üç kata ruhsat verilmesi uygun yerlere, beş - hatta sekiz- kat için ruhsat verilsin diye belediyeleri zorlayan, yasal sınırın üzerine çıkıp kaçak kat yapan, bilardo masalarıni yerleştirmek için zemin katlardaki kolonları kesen kişilerin ve bütün bunları görüp de görmemezlikten gelen yetkililerin sorumlulukları yok mu? “Ağır hasarlıdır , oturulamaz” raporu verilen binalar için, raporu verenleri zorlayıp/ikna edip raporu “Hafif hasırlı"ya çevirten ve çocuklarıyla o binaya giren kişilerin sorumluluğu yok mu? Bir okul için “Orta düzeyde hasarlıdır , eğitim yapılabilir; çocukların koridorlarda koşmaması koşuluyla ” diye rapor veren yetkilinin sorumluluğu yok mu? Ve nihayet, bütün bunları bilip de bilmemezlikten yaygınlaşmasına katkıda bulunan, rüşvet vermese bile, yasa: gelen, bambaşka bir konuda bile olsa rüşvet verip, rüşvetin ları devre dışı bırakarak işini yaptırabilmek için “tanıdık” arayan biz sıradan vatandaşların payı yok mu?

Bir çatışmanın sorumluluğunu öteki'ne yüklerken, öteki'nin bir-iki davranışından yola çıkıp, kişiliği hakkında genelleme yaparız. Örneğin birilerine "tembel", "sakar” Kaldırıma tüküren vatandaşımıza “pis, görgüsüz” deriz. Bütün bunlar, kalıcı kişilik özelliğine yapılan olumsuz vüklemlemelerdir. Ve ne yazık ki bu yüklemlemelerin hatalı olma ihtimalleri yüksektir.

deriz;

Eğitim psikolojisinde sevdiğim bir ilke var. Şöyle: “Bir çocuğu topyekûn eleştirmemeli, hatalı davranışını eleştirmeli" denir. Çünkü toptan eleştirdiğimiz zaman, kişinin benlik saygısı düşer; oysa yalnızca hatalı davranışını eleştirirseniz, kişinin önü açıktır, hatalı davranışını düzeltip kendini geliştirebilir. Bu mantıkla yola çıktığımızda, yere tükürenlere “pis” demek yanlıştır.

Yere tüküren vatandaşlarımızın topyekûn/global olarak pis olduklarını iddia edemezsiniz. Böyle bir kişi, kendi halisina veya sizin halınıza tükürmez; hatta evlere girerken ayakkabısını çıkartır. Kısacası, tümüyle pis bir insan değildir; belirli bir davranışı pistir. (Muhtemelen, sokağı kendine, kendini de şehre ait hissetmediği için tükürmektedir.)

Öte yandan, yere tükürenleri eleştiren ve kendileri asla yere tükürmeyen pek çok kişi, bir eve girerken ayakkabısını çıkarmıyor. Ayakkabı çıkarmamak ise bir tür gelişmişlik belirtisi sayılıyor. Ancak sanırım burada bir sorun var. Son yıllarda büyük şehirlerimizde köpek beslemek yaygınlaştı. Buna paralel olarak köpeklere sokağa kaka yaptırmak da yaygınlaştı. Köpek sahiplerinin büyük çoğunluğu köpeğinin kakasını kaldırımda bırakıp gidiyor. O kakalar az sonra ince bir tabaka halinde kaldırıma sıvanıyor. Şimdi siz, kaka içinde bırakılmış, tükürülmüş bu kaldırımlara bastıktan sonra, kaldırıma tükürmeyi alışkanlık haline getiren adamın evine ayakkabınızı çıkartmadan girerseniz, o adam da sizin pis olduğunuzu düşünecektir. Hadi bakalım söyleyin: Siz topyekûn pis misiniz? Elbette değil. Aslında hiçbir insan,

hiçbir olumsuz sifata toptan lâyık değildir. Öyleyse, bizim dışımızdakileri, ötekileri topyekûn suçlamamalıyız.

Eğer ben ötekiyle aramızdaki bir “şey” yüzünden çatışiyorsam, bu çatışmayı etkileyen faktörlerden birisi de aramızdaki şey'dir. Hasta çocuğunuz dondurma diye israr etse “Uf ne israrcı şeysin sen öyle” deyiveririz. Yani çocuğumuzun kişilik özelliğine atıfta bulunuruz. Çocuğumuzun israrında onun payı vardır, bizim payımız vardır (örneğin geçmişte uzun süre israr ettiğinde pes etmişizdir); ancak bütün bunlarin yanı sıra çocuğumuzun israrında dondurmanın da payı vardır. Hiçbir çocuk kıymalı bamya için kıyameti koparmaz, dondurma için koparır. Bu farklılığı yaratan faktörlerden birisi de dondurmadır . Dondurmanın yapısı, çocuğunuzun bu yapıyı algılayışı, sizin tutumunuz, bunların tümü birden dondurma savaşlarına yol açar.

Sorumluluğu Ötekine Atmak Değişmeye Dirençtir

Sorumluluklarımızı öteki'ne yüklemek, en genel anlamıyla değişmeye direncin ifadesidir. Başımıza gelenlerin sorumluluğunu başkalarına yüklediğimizde, satır arasında farkında olmaksızın şunu söylemiş oluyoruz:

Başıma gelenlerin sorumluluğu bana değil, bir başkasına ait; o halde içinde bulunduğum durumdan kurtulmam için bir şeyler yapmamın bir faydası yok.”

Bu düşünme şekli, yanlıdır, yanlıştır, bir şeyler yapmaya direncin ifadesidir. Bazı şarkılarda veya filmlerde rastladığımız "Tanrım beni baştan yarat” şeklindeki düşünce tarzı, mevcudu kabullenmeyi, mevcuda şükretmeyi engeller ve kendimizi geliştirme sorumluluğunu üstlenmemizi zorlaştırır.

Köyümüzden

Yerelma Köyü

Köyümüzden görüntüler

Köyümüzden görüntüler2

Köyümüzden görüntüler3

Köyümüzden görüntüler4

Son Dakika Haberler

Canlı Tv İzle

Spor Haberleri

Sosyal Medyada Takip Edin

Whatsapp facebook youtube instagram twitter feedburner linkedin