Şiir Köşesi


Şiir Köşesi

Deli Gönül


Cimri'nin Sözleri
Sofraya buyurun,
Karnınızı doyurun,
Buyurunda Yemeyin,
Çağırmadı demeyin

Ortasına dalmayın
Kenarından almayın
Uzatmayın elinizi
Kırarım belinizi

Mani
Mani maniyi açar,
Mani bilmeyen kaçar,
Gelin mani diyelim,
Mani dertleri açar
Ne alaka
Bahçelerde maydonoz
Bu ne biçim manzara
Ben annemi seviyom
Yaşsın 23 Nisan
Maydonoz
Bahçelerde maydonoz
Gel bize bazı bazı

Saygının "S" Harfi
Günümüz insanının, nazik hamurunda mı? 
Şoför'ün sıçrattığı, sokak çamurunda mı? 
Vatandaşa saygili, devlet memurunda mı? 
Acep nerde arasak, saygının "S" harfini?..

Fakiri, hakir gören, zenginin huyunda mı? 
“İnsan hakları” diye, oynanan oyunda mı? 
Çobanda mi, itte mi, kurtta mi, koyunda mı? 
Acep nerde arasak, saygının “S” harfini?..

Şehirde mi, köyde mi, ağada mi, beyde mi? 
Aslanların kediye, bıraktığı payda mı? 
Yoksa.. Dünyada değil, güneşte mi, ayda mı? 
Acep nerde arasak, saygının “S” harfini?..

Sanadır
Küle döndüm amma, közde yanmadım, 
Bir gönül ki, böyle yanar sanmadım, 
Pinarlardan, içtim içtim kanmadım, 
Anladım ki; susuzluğum SANAdır.

Kuluna hem yoldaş, arkadaş verdin, 
Hem ana, hem baba, hem kardaş verdin, 
Sofrasına ekmek verdin, aş verdin, 
Anladım ki; bu açlığım SANAdır.

Yollarına, ömür serdim dolaştım, 
Toz toprağa, çamurlara bulaştım, 
En sonunda, menzilime ulaştım, 
Anladım ki; bu çileler SANAdır.

Yollar gördüm, aşk peşine düşeli, 
Eğri, doğru, dönemeçli köşeli, 
Yollar gördüm, sabırtaşı döşeli 
Anladım ki; bütün yollar SANAdır.

Aman!.. Beyler İncinmesin
Olanlara şaşmayalım, 
Kaynasak da taşmayalım, 
Haddimizi aşmayalım, 
Aman!.. Beyler incinmesin...

“Bizde sabır, çok” diyelim, 
Aç görsek de, tok diyelim, 
Hiç derdimiz yok diyelim, 
Aman!.. Beyler incinmesin...

Sakın, çatılmasın kaşlar, 
Atılmasın iri taşlar, 
Yarılmasın koca başlar, 
Aman!.. Beyler incinmesin...

Farkında mısın?
Beşerin temeli, bir küçük cenin, 
Can vermeye, gücü yetmez kimsenin, 
Kâinat denilen, dev değirmenin. 
Suyu nerden gelir, farkında mısın?

Yıldızlar, bir adım yolundan şaşmaz. 
Dağlar haddin bilir, denizler taşmaz. 
Karincanin yükü, boyunu aşmaz. 
Bunca dengelerin, farkında mısın?

Bu dünya, uzunca bir yolun başı, 
O mezar dediğin, bir sinirtaşı, 
Ömür, iki günlük Iman savaşı, 
Her an bitebilir, farkında mısın?

Senin sahibin var, yokluğa kanma, 
Sana senden yakın, uzakta sanma, 
O'na tüm kâinat, dar gelir amma, 
Bir gönüle girer, farkında mısın?

Cehâlettir, O'nu inkâr nedeni, 
Ne mümkün görmemek, 0 var edeni, 
Beyin yönetirken, bütün bedeni, 
Beyni kim yönetir, farkında mısın?

Etrafına bir bak, gör nicesini, 
Gel de çöz, şu insan bilmecesini, 
Bazan, ömür bile, tek hecesini, 
Çözmeye yetmiyor, farkında mısın?

Kimi, kibir denizinde boğulmuş, 
Kimi, minnet ile, kula eğilmiş, 
İnsan olabilmek, kolay değilmiş, 
O kutsal savaşın, farkında mısın?

Kimi, servetini, sefâya sermiş, 
Kimi zekâtını, dürüstçe vermiş, 
Kimi, bir lokmanın, şükrüne varmış, 
Gerçek zenginlerin, farkında mısın?

Kimi, imân eden, kula çatarken, 
Korkulara düşer, güneş batarken, 
Kimi, ona buna, akıl satarken, 
Kendisi muhtaçtır, farkında mısın?

Kimi, şans ve talih peşinden gider, 
Durmadan kadere sitemler eder, 
Böylesi kullara, neylesin kader? 
Ekmeden biçen yok, farkında mısın?

Ömürler, mevsimler gibi dönerler, 
Mumlar, yanar yanar, biter sönerler, 
Yapraklar, sararıp, yere inerler, 
Toprağa dönerler, farkında mısın?

"Aşk" sözcüğü, günümüzde karmaşa, 
Aşklar var; bir gaflet, bir kara maşa, 
Ama, bir aşk var ki; gelince başa, 
Ölüm kavuşmaktır , farkında mısın?

İnsanlar, el ayak, kol kafa beden, 
Hiçbiri birine benzemez neden? 
Bir güç, bir irâde var ki, hükmeden, 
Dört yanını sarmış, farkında mısın?

Gece gündüz, boş hayaller kurarsın, 
Kendi gafletine ortak ararsın, 
Çıkmaz sokaklarda, adres sorarsın, 
Oysa, adres sende, farkında mısın?

Yaşamak, kalbine korku salarken, 
Ümitsizlik batağına dalarken, 
Teselliyi, kadehlerde ararken, 
Seni Yaradanın, farkında mısın?

Nice güzel renkler, dünyayı sarmış, 
Siyahin yanında, beyaz da varmış, 
Parmakların, kalem tutar yazarmış, 
Elin kolun varmış, farkında mısın?

Pembe beyaz açan bahar dalini, 
Mor dağların, yeşilini alını, 
O kelebeklerin, ipek Şalini, 
Gören gözün varmış, farkında mısın?

Sonsuzların bile, ömürleri var, 
Sanma ki, saltanat, kurumaz pinar, 
Mal, canın yongası olsa ne çıkar? 
Gölgeler fânidir, farkında mısın?

Yorgun yüzlerdeki, derin izlerde, 
Sevgiye susamış, muhtaç gözlerde, 
Boğazlarda düğümlenen sözlerde, 
Ne feryatlar gizli, farkında mısın?

İlaçtan çok, dost gerekir hastaya, 
o dostlar yazılır, yüce listeye, 
Bir gönül köprüsü, kuran ustaya, 
Ücreti kim verir, farkında mısın?

Tatlı dil, güçlüdür, demir çelikten, 
Yilan bile duymuş, çıkmış delikten, 
insanlara özgü, bu incelikten, 
Kimler hisse almış, farkında mısın?

Namus şeref derler, elle tutulmaz, 
Şan şöhretle, para pulla satılmaz, 
Kumar çöplüğüne, asla atılmaz, 
Atip satanlar var, farkında mısın?

Eğer varsa kulda, vicdan yarası, 
Karışır, servetin akla karasi, 
İnsan ömrü, iki nefes arasi, 
Kaç adımlik yoldur, farkında mısın?

Sen, fakir arkadaş, düşünme derin, 
Bin türlü derdi var, o zenginlerin, 
Darılıp küstüğün, kendi kaderin, 
Sana siper olmuş, farkında mısın?

Dinle ki, genç ana, bu sözler sana, 
Böyle yazdım diye, darılma bana, 
O yavrun sevgiden, şefkatten yana, 
Biraz aç görünür, farkında mısın?

Akli tutsak eden, dar sınırları, 
Geç de gör, âlemde nice sırları, 
Yazan, yazmış amma, bu satırları, 
Neden, niçin yazmış, farkında mısın?

Hayırlı Olsun
Ben yamaçtan geçeyim yol senin olsun,
Ben zehir içeyim su senin olsun,
Duydum bir sevgili bulmuşsun;
Hayırlı Olsun,
Fakat bende bir tane buldum,
Haberin olsun

Kara Bulutlar Sarsın
Kara bulutlar sarsın evinizin damını
Hep Azrail beklesin almak için canını
Ben değil benim aşkım emsin kanını
Damarların kurusun
Beni yaktığın için

Seviyorum Seni
Seviyorum ama kimi
En tatlı birisini
Nasıl anlatsam sana
İlk harflere baksana

Suç Üstü
I am garden da gezerken
I am bir sigara içerken
Teacher gördü suçüstü
I am’ i vurdu kıç üstü

Haberin Olsun
Sen ki, akil servetinin, sahibi insan, 
Görmez misin, her tamahın arkası hüsran. 
Dünyada sen varoldukça, her yerde her an, 
Bil ki peşindedir şeytan, haberin olsun...

O şeytan ki, meleklerin Adem önünde, 
Toplanıp da secd ettiği, buyruk gününde, 
Seni ondan üstün kılan, Allah önünde, 
Kahrin için yemin etti, haberin olsun...

O şeytan ki; bir dost gibi, kapını çalar, 
Sen açarsan, damar damar kalbine dolar, 
Kin ve nefret zehirini, ruhuna salar, 
Seni, kâtil bile kılar, haberin olsun...

Şiir ve Şair
Mânevî câzibenin feyzine rûhen tutulan, 
Ebediyyetlerin ilhâmını gönlünde bulan, 
Aşkın âhengini ilhamla terennüm eyler, 
İçinin dalgalı vecdiyle şiirler söyler...

Mânevî hislerin en sâf ve en berrâkı, 
Rûhun esrarlı semâlardaki istiğrâkı, 
Yüce dergâha münâcâtını arz etdiği an, 
Ulu bir mâbedi temsîl eder ufkunda cihan!..

Yüce mâbûdunu yaşlar dökerek andıkca, 
Her geçen lâhza, hayâl ülkesi nurlandıkca, 
En kesif sisleri, misralarının nûru siler, 
Kurtuluş fecrinin aydınlığıdır : Şairler...

Furça aksettiremez, tabloya sığmaz rengi, 
Beyaz âteş kesilir bestelerin âhengi!..
Renk, ışık cenneti görmekle hayâl ülkesini, 
Bülbülün tatlı terennümleri süsler sesini!..

Goncalar, orda birer bahçeyi temsil eyler, 
Şi’re ilham verecek besteyi hilkat söyler!..
Hilkatin gizli terennümleri geldikce dile, 
Sezilir aşk sesinin tılsımı rüzgârda bile!..
Bu ilâhî görüşün verdiği mânâda şiir : 
Rûha, esrarlı güzelliklrei telkîn işidir!..

İlginç Bilgiler


Zenginin yediği süt ile sütlaç, fakirin yediği bulgur ile bulamaç, sabah oldumu
O da AÇ, O da AÇ


İlginç Bilgiler
  • Leonardo Da Vinci aynı anda bir eliyle yazı yazıp diğer eliyle resim yapabiliyordu.
  • Taklitçi ahtapot isimli ahtapot, sadece renk değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda dil balığı, aslan balığı ve deniz yılanı gibi hayvanların şekline de bürünebiliyor.
  • Bir erkek aslan yönetimi ele geçirince tüm yavru aslanları infaz eder.
  • Dünyadaki insanların üçte ikisi hiç kar görmedi.
  • Artık nesli tükenmiş olan 'Yünlü mamut' isimli mamut türünün canlıları Mısır Piramitleri inşa edilirken varlardı.
  • Ortalama bir insan, ömrü boyunca dünyanın çevresini yaklaşık üç defa dolaşacak kadar yürür.
  • Bir denizanasının %95'i sudan oluşmaktadır.
  • Sivrisineklerin 47 tane dişi vardır.
  • Parmak izi gibi herkesin dil izi de farklıdır.
  • İnsan yılda en az 1460 rüya görür.
  • İnsan uzun süre bir böbrek ve bir akciğerle, midesiz, dalaksız yaşayabilir, ama karaciğersiz bir dakika bile yaşayamaz.
  • Beethoven beste yapmadan önce kafasını soğuk suya sokardı.
  • Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.
  • Bir yılan 3 yıl uyuyabilir.
  • İlk kule saati 1404 yılında Moskova'da yapılmıştır.
  •  İnsan saçı, üç kilo ağırlık kaldırabilecek esnekliktedir.
  •  Kaju olarak bildiğimiz çerez aslında kaju meyvesinin sapıdır.
  • Ananas aslında meyve değildir ve tarlada bu şekilde büyür.
  • Mavi balinaların kalbi o kadar büyüktür ki bir insan atardamarları içerisinde rahatlıkla yüzebilir.
  • Plüton keşfedildiği tarihten itibaren bir kez bile güneşin etrafında tam tur dönmemiştir. Bu yüzden artık bir gezegen olarak kabul edilmiyor.
  • Bal güneş görmediği sürece asla bozulmaz.
  • Eğer Jüpiter, dünyamıza ay kadar yakın olsaydı bu şekilde görünecekti.
  • Kum taneleri mikroskop altında böyle görünür.
  • Gökyüzündeki yıldız sayısı dünya üzerindeki tüm plajlardaki kum tanesi sayısından fazladır.
  • Libya'nın %99'u çöllerle kaplıdır.


















Eğer Rabbim seni bana yazmışsa benden kaçışın yok. Kader seni benden almışsa ağlamaya lüzum yok.

Biliyor musunuz?

  1. Kağıt Parayı Kimler İcat Etti ?
  2. Para icat edilmeden önce, deniz kabuğundan kıymetli metallere kadar çeşitli mallar değişim aracı olarak kullanılmıştır. Tarihi kayıtlara göre, M.Ö. 118 yılında Çinliler deri para kullanmışlardır. İlk kağıt para ise M.S. 806 yılında yine Çin’de ortaya çıkmıştır.Batıda kağıt paraların basılması ve kullanılması 17 nci yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. İlk kağıt paranın 1690’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Massachusetts Hükümeti, İngiltere'de ise "Goldsmiths" ler tarafından basıldığı ve dolaşıma çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve daha sonra diğer ülke merkez bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı görülmektedir.
  3. "Kağıt icat edildi, paranın kağıt olması yüzyıllar sürdü."
  4. Birinin yüzünü hatırlamak için beynin sağ tarafı kullanılır.
  5. Yetişkin bir insan günde ortalama olarak 23 bin kez nefes alır.
  6. Kaşları yukarı kaldırmak için 30 kası harekete geçirmek gerekiyor.
  7. Erkekler kadınlara göre on kat daha fazla renk körü oluyorlar.

  8. Döllenmeden doğuma kadar bir bebeğin ağırlığı beş, milyon kat artıyor.
  9. İnsan beyninin ortalama ağırlığı 1.3kg.
  10. Birinin yüzünü hatırlamak için beynin sağ tarafı kullanılır.
  11. Yetişkin bir insan günde ortalama olarak 23 bin kez nefes alır.
  12. Kaşları yukarı kaldırmak için 30 kası harekete geçirmek gerekiyor.
  13. Erkekler kadınlara göre on kat daha fazla renk körü oluyorlar.
  14. Döllenmeden doğuma kadar bir bebeğin ağırlığı beş, milyon kat artıyor.
  15. Bir kromozom bir genden daha büyüktür.
  16. 1994 Dünya Kupası'nda, Bulgaristan futbol takımının 11 oyuncusunun hepsinin isminin sonu "OV" ile bitiyordu.
  17. Sivrisinek kovucu spreyler sinekleri kovmaz, sizi gizler. Sivrisineğin alıcılarını bloke ederek sizin orada olduğunuzu anlamalarını engeller.
  18. Kahve sarhoş bir insanın ayılmasına yardımcı olmaz. Hatta çoğu zaman alkolün etkisinin artmasına yol açar.
  19. Kereviz yerken harcanan kalori,kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır.
  20. Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gereklidir.
  21. Klinik ölüm sonrası insan 5 dakika içinde hayata geri getirilebilir. 5 dakika sonra beyin hücreleri ölmeye başlar, ama yine de bu süreyi 5 dakika daha uzatmak mümkündür.
  22. İnsan uzun süre bir böbrek ve bir akciğerle, midesiz, dalaksız yaşayabilir, ama karaciğersiz bir dakika bile yaşayamaz.
  23. Soğuk havalarda ısınmak için alkol almak son derece tehlikelidir. Yüzeysel damarlarda genişlemeye yol açan alkol bir süre kendinizi ısınmış gibi hissetmenize yol açarken, vücudun ısı kaybını kolaylaştırır. Bu da donmayı çabuklaştırır.
  24. Macar Yanosh Voven ve karısı Sara dünyada en uzun aile hayatı sürmüşler. Onlar 147 sene beraber yaşamışlar. Yanosh 172, Sara 164 sene yaşamıştır. Öldüklerinde en küçük çocuklarının 116 yaşı varmış.
  25. En büyük kuş yumurtası devekuşunundur. 15 - 20 santimetre uzunluğunda ve ortalama 1.7 kilogram ağırlığındadır. Kaynatılarak pişirilmesi 40 dakika sürer.
  26. Kirpiler suda yüzer. -Salatalığın yüzde 96'sı sudur.-Sivrisineklerin 47 tane dişi vardır.
  27. Coca-Cola'nın orijinal rengi yeşildir.
  28. Çocuklar baharda daha fazla büyüyor.-Sigara çakmağı kibritten önce bulundu.
  29. Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır.
  30. Uranüs çıplak gözle görülen bir gezegendir.
  31. Dünyadaki tavuk sayısı insanlardan fazladır.
  32. Salyangozların 25.000 civarında dişi vardır. -Bir kadının sahip olduğu en fazla çocuk sayısı 69. -İlk kule saati 1404 yılında Moskova'da yapılmıştır.
  33. Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır.-Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar. -Bukalemunların dilleri,vücutlarından iki kat uzundur.
  34. Dünyadaki ısı 1900 yılından itibaren 0.7 derece arttı.
  35. Uzaya ilk uçan kadın Valentina Tereşkova'dır. (1962)
  36. Günümüzde, evlenenlerin yüzde ellisi boşanmaktadır.
  37. Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur.
  38. Pisagor sokak dövüşü spor dalında olimpiyat şampiyonu olmuştur.
  39. Kedi ve köpekler de insanlar gibi solak yada sağak olabilirler.
  40. "Düello" uygulaması hala Uruguay ve Paraguay'da devam etmektedir.
  41. (Şu an yaşayan) 135 yaşındaki Ali Muhammed Hüseyin, yeryüzünün en yaşlı insanı olarak biliniyor.
  42. Atların kırılan kemikleri geri kaynamaz. Ayağı kırılan atların hayatı da biter.
  43. Dünyanın en çok söylenen şarkısı hangisidir ?
  44. Bu şarkı "Happy birthday to you" dur. Şarkının asıl kaynağı Amerikalı iki kız kardeşe aittir. Orijinal adı "Good Morning to All" yani "hepinize günaydın"dır. Daha sonra güftesi değiştirilerek bütün dünyaya yayılmıştır. Fakat telif hakkı kardeşlere aittir, onlardan sonra da Warner/chappel müzik şirketine geçmiştir. Müzik ticari amaçlı kullanıldığı zaman şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır.
  45. Mezara niçin çiçek konulur ?
  46. İlk olarak Mısır Firavunu Tutamkamon' nun milattan önce 1346 da öldüğünde mezarının çiçekten taçlarla kaplandığı saptanmıştır. Kuzey Avrupa da ise M.Ö 2000 yıllara kadar mezara çiçek konduğu belirlenmiştir. O zamanlarda bu çiçeklerin amacı iyi ruhları çekme, kötü ruhları kovma amacıylaydı. Sonradan ise asıl amaç cesetler çürürken çıkan kokuyu kamufle etme amacını taşır. Servi ağacı da bu nedenle mezarlıklarda kullanılır. Ağacın yaprakları rüzgarı önler, kendine özgü ferah kokusu vardır. Cenaze törenlerinde siyah giyinmenin amacı da mezarlıklarda hayaletlerden sakınmak amacı taşımaktadır.
  47. İnsanlar saatlerini niçin sol kollarına takarlar ?
  48. Özel bir durum veya farklı olma düşüncesi yoksa insanların çoğu saatlerini sol kola takar. Çünkü çoğunluk sağ elini kullanmaktadır ve bu kolun daha hareketli olması nedeniyle saatin bir yerlere çarpıp zarar görme olasılığı yüksektir. Zaten saatin kurma düğmesi 3 rakamının yanındadır. İnsanlar saati kurmak istedikleri zaman onu bilekten çıkarmadan sağ elle uzattıkları sol kollarındaki saati kurabilirler. Satrançta şah niçin o kadar pasiftir ? Çünkü şah koruma altındadır. Zaten satrançta amaç şahı almaktır. O yüzden bütün taşlar onu korumakla görevlidir. Vezir ise başkumandan gibi şaha yardım eder. İleri geri, çapraz her yöne gidebilir. Batıda vezire Kraliçe adı verilmiştir. Bununla Kraliçe'nin Kralın en büyük desteği olduğunu işaret etmektir. Satranç 6. yüzyılda Hindular tarafından oynanmaya başlanmış, oradan dünyaya yayılmıştır.
  49. Bir hafta niçin 7 gündür ?
  50. Babilliler 7 günlük haftayı zaman birimi olarak kullanıyorlardı. İlk çağlarda bilinen beş gezegen ile güneş ve ayın sayısının 7 oluşu bu sayıyı gizemli ve uğurlu kılıyordu. Daha sonra dinlerde göğün 7 kat oluşu ve doğadaki ana renk sayısının 7 oluşu, müzik notalarının 7 oluşu sayının önemini daha çok belirtti. Daha sonra Fransa takvim yapısını değiştirerek hafta sayısını 10 yaptı ama kabul görmedi. Rusya 5 günlük hafta uygulamasına geçti, o da tutulmadı. Sonunda yine hafta 7 gün olarak kaldı.
  51. Niçin otellerin kapıları döner kapıdır ?
  52. Döner kapıların tek amacı enerji ve yer tasarrufudur. Büyük binaların içerleri devamlı olarak ısıtılır. Açılan normal kapıdan içeri soğuk hava rahatlıkla girer. Eğer normal kapı kullanılırsa hava değişimi nedeniyle klimalar veya motorlar yeniden çalışacaktır. Özellikle çok kişinin girip çıktığı otel veya benzeri binalarda enerji tasarrufu için döner kapı kullanılır. Döner kanatlar sıcak havanın dışarı çıkmasına, soğuk havanın da içeri girmesini engeller. Üstelik tüm bu işlev kapı çapı kadar yer alır.
  53. Neden evlilik yüzüğü yüzük parmağına takılır biliyor muydunuz ?
  54. Evlilik yüzüğü neden hep aynı parmağımızdadır da, nedenişaret parmağı baş parmak ya da serçe parmak değil de neden yüzükparmağı...Evlilik yüzüğünü ilk defa eski mısır prensesi nefertiti takmıştır...o yıllardakiTıbbın ne kadar ilerde olduğu ayrı bir tartışma konusudur ama yüzyıllar Sonra anlaşılmıştır ki direk kalbe giden tek damar evlilik yüzüğünü taktığımız Parmaktadır..Başka hiç bir parmağımızdan direk kalbe giden bir damar yoktur.
  55. Bardaktaki buzlar niçin birbirlerine yapışırlar ?
  56. Buzun erimesi için yalnızca sıcaklık değil basınç da önemlidir. Dağlardaki buzulların kayma nedeni de budur. Basınçla alt tabaka erir ve kayma oluşur. Bir kabın içinde ya da bir bardakta üst üste duran buzların her biri altındakine değdiği noktada bir basınç oluşturur ve bu noktada çok küçük kısım erir. Buradan hareket eden su çok az yanda iki buz küpçüğünün birleştiği noktada tekrar donar. İki buz parçası kaynak yapılmışçasına birbirlerine yapışır ve orada bir daha erime olmaz.
  57. Dünya ile ilgili gerçekler
  58. Isısı Dıünya üzerindeki en soğuk yer, ortalama -54 derece ile Antarktika'dır.En sıcak yer ise ortalama 34 derece ile Afrika'da bulunan Etiyopya dır.
  59. En kuru çöl:Şili'deki Atacama Çölü en kuru çöldür. Bazı yerlerine 400 yıl yağmur yağmamıştır. Diğer bölgelerine ise hiç yağmur yağdığı görülmemiştir.
  60. En uzun nehir Dünyadaki en uzun nehir Afrika'daki Nil Nehri'dir. Bu nehrin uzunluğu yaklaşık 6.600 km kadardır.
  61. En yüksek uçurum Dünyanın en yüksek kayalık uçurumu Hawaii Adası'nın kuzey kıyısında bulunur. Burada yükseklik bazen 1.005m'ye ulaşır. Bu yükseklik 275 katlık bir gökdelenle eş değerdir.
  62. Hala büyüyor: Atlantik, dünyanın en büyük ikinci okyanusudur ve hala büyümektedir. Her yıl 4 cm kadar genişler ve bunu yaparken, Avrupa ile Amerika'yı birbirinden giderek uzaklaştırır.
  63. Felaket bölgesi Deprem kayıplarında Çin ilk sıradadır.1556'da meydana gelen depremde 830.000 kişi ölmüştür.
  64. Altın madeni Dünyadaki denizlerde çok yüklü miktarlarda altın bulunur.Eğer bu altınların hepsi çıkarılıp dünyadaki herkese dağıtabilseydi, birer kilo altınımız olurdu.
  65. İnsanlar
  66. Aç mısınız?: Yaşamınız boyunca 30.000 kilo kadar yemek yersiniz.Buda 6 filin ağırlığına eşittir.
  67. Bunu yut: Yutulan yiyecek vücudunuzda 3,5metre yol alır yani bir otomobilin uzunluğu kadar.
  68. Saç: Bilinen en uzun saç Hint'li bir rahibindi.1949'da saçının boyu 8metre olarak ölçüldü.Yani kolunuzdan 13 kat daha uzun.
  69. Isı: Vücudun normal ısısı 37 derecedir. Eğer ısı 25 dereceye düşerse ölebilirsiniz.
  70. Hayvanlar
  71. En büyük hayvan: dünyadaki en büyük hayvan mavi balinadır. Yetişkinlerin boyu 34 metreye, kilosu 190 tona ulaşır.
  72. Uçan memeli:Uçabilen tek memeli hayvan yarasadır. En büyük yarasa uçan tilkidir. Kanatlarının uzunluğu 183cm'dir
  73. En hızlı:Bütün memeliler arasında en hızlısı çitalardır. Hızları saatte 115km'ye kadar ulaşabilir.
  74. En zehirli deniz kobrası dünyanın en zehirli yılandır. Zehiri normal bir yılanın kinden yüz kat daha güçlüdür.
  75. Uzayla ilgili geçekler
  76. Güneş:Güneş Jüpiter den bin kat, Dünyamızdan bir milyon kat daha büyüktür.
  77. Jüpiter: Güneş sistemindeki bütün gezegenleri bir araya getirirsek Jüpiter'in büyüklüğüne erişemezler.
  78. İnanabiliyor musunuz?
  79. X ışınlı gözler:1930 da bir New York'lu gözlerini kullanmadan görebileceğini iddia etmişti. İddiasını kanıtlamak için bakmadan yoğun trafikte motosiklet sürdü.Hiçbir yere çarpmadı. Kimse bunu nasıl başarabildiğini bilmiyor.
  80. Büyük yük:Mısır'daki büyük piramit 30 yılda inşa edilmiştir. Kullanılan taşlarla Fransa'nın çevresine 3 metre yükseklikte duvar yapılabilir.
  81. Mucize:Bir Alman pilot 1930'da uçağından atladı. Bir fırtına bulutunun içinden geçti. Bunun içinde buzla kaplandı. Buz öylesine kalındı ki düştüğünde pilota hiçbir şey olmadı
  82. Piramitler
  83. Kahire'de bulunan "Keops piramidi" nin 12 ton ağırlığında iki buçuk milyon bloktan oluştuğunu, Günde on blok yerleştirilmesi halinde yapımının 664 yıl süreceğini, Piramidin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizler itam eşit iki parçaya böldüğünü ve piramidin dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında bulunduğunu, Yüksekliğinin (164 m.) bir milyarlaçarpımının güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı verdiğini, Taban alanının, yüksekliğinin iki katına bölünmesinin pik sayısını verdiğini,
  84. Piramitlerin içerisinde "ultrasound", radar, sonar gibi cihazların çalışmadığını,
  85. Kirletilmiş suyun bir kaç gün piramidin içinde bırakıldığında arıtılmış olarak bulunduğunu, Piramidin içerisinde sütün bir kaç gün süreyle taze kaldığını ve sonunda bozulmadan yoğurt haline geldiğini, Bitkilerin piramit içerisinde daha hızlı büyüdüklerini, Çöp bidonu içindeki yemek artıklarının hiç koku yaymadan mumyalaştıklarını,
  86. Kesik, yanık, sıyrık ve yaraların piramidin içinde daha çabuk iyileştiğini,
  87. Piramidin içinin göreli olarak yazın soğuk, kisin sıcak olduğunu,Piramit kimin adına yapıldıysa onun bulunduğu odaya yılda 2 kez güneş girdiğini ve bu günlerin doğduğu ve tahta çıktığı günler olduğunu, biliyormuydunuz...
Çok iyi Öğrenmek için ne yapmalı?
1. Dikkat dağılmasını azaltmak için fiziksel çevrede düzenlemeler yapın. 
2. Öğrencilere dersin öğrenme amaçlarını bildirin. 
3. Önemli bilgiyi vurgulayın. Dikkati yoğunlaştırmak için
4. Dikkat(zihin) dağınıklılığı ile başa çıkabilmeleri için, öğrencilere kendi kendini gözlemleme ve denetleme teknikleri öğretin. Öğrencilerin Bilişsel Süreçleri Açığa Çıkarmak İçin
5. Öğrencilere tüm çalışmalarını göstermelerini isteyin.
6. Öğrencilere düşünme süreçleri hakkında sorular sorun (örn. Ben bu dersi sunarken ne düşünüyorsun? Problemi nasıl çözeceksin? Niçin zorlandığınızı düşünüyorsunuz?) Kısa Süreli Hafızanın Sınırlılıklarından Kaçınmak İçin 
7. Materyali kısa süreli hafızanın sınırlarını aşmayacak hızla sunun.
8. Uygun kümeleme (parçalara ayırma) ve tekrar stratejileri öğretin veya yöneltin. 
9. Öğrencilere bilişsel süreçlerini incelemeye teşvik edin; öğrencilere bir ödevi tamamlayarak ne öğrendiklerini sorun. Dördüncü adındakine benzer ama öğrencilere sadece düşünce süreçlerini tamamlamalarını istemeyin, onlara problem çözmenin düzenli bir parçası olarak bu süreçleri gözlemlemeyi öğretin.
10. Öğrencilerin problem çözme yöntemlerini tartışabildikleri tartışma dönemleri sağlayın. 
11. Öğrencilere, bir işe başlamak için kendi kendini teşvik etme, devam etmek için kendisini cesaretlendirme ve her adımı tamamlamada kendini pekiştirme gibi, kendi kendine öğrenci becerileri öğretin.
12. Öğrencilere bilgiyi yeniden ifade etme, not alma ve önemli bilginin altını çizme biçimleri öğretin.
-İşlem basamaklarının yazılı bir listesini verin. 
-Uygulama fırsatı verin. 
-Yönlendirici geri bildirim verin.
13. Pratik oturumları sık ve aralıklı tutun. 
14. Aşını öğrenmeyi (ilk öğrenmeden sonra çalışmayı bir süre sürdürme öğretin.) 
15. Hatırlatıcıları öğretin.
16. Öğrencilere materyalin düzeni konusunda bilgilendirin. 
17. Anlatım ve metin materyalin ana hatlarını verin. 
18. Benzetmeler yoluyla uygun şemaları hareket geçirin. 
19. (Bilgiyi) işlemeyi öğretin ve/veya teşvik edin.
20. İki eylem dizisini gerektiren kavram veya koşulları belirleyin. 
21. Doğru genellemeyi artıracak çeşitli gerçek örnekler sağlayın. 
22. Doğru ayırt etmeyi artıracak eşleştirilmiş örnek olmayan durumlar sağlayın.

Nasrettin Hoca: 
Gelecekteki Empatik Toplumun Müjdecisi Nasrettin Hoca'nın kültürümüzde özel bir yeri olduğu her zaman söylenmiştir. Burada ise Hoca'yı, fıkralarında sergilenen kişisel roller açısından ele almak istiyorum.
Kısaca belirtmek gerekirse Nasrettin Hoca, üç kişisel rolü (benlik-durumunu) birbiriyle kaynaştırarak ustaca kullanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, Yetişkin rolünün koordinatörlüğü altında, Anababa, Yetişkin ve Çocuk rollerini dengeli bir şekilde kullanmaktadır. Bu bölümün başında, söz konusu üç rolün dengeli şekilde kullanılacağı toplumlara "Empatik Toplum" adını verebileceğimizi belirtmiştim. Kendine özgü kişiliği ile Hoca, gelecekteki böyle bir toplumun günümüzdeki temsilcisi sayılmaya lâyıktır. Bu açıdan Hoca'nın özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

Nasrettin Hoca bir Anababadır: İnsanları geliştirmek, eğitmek amacıyla, bir öğretmen tavrıyla eleştirilerde bulunur, hatalı davranışları iğneler. Adeta bir ahlâk eğitimcisidir (Dökmen, 1982).

- Nasrettin Hoca bir Yetişkindir: Akılcıdır; fiziksel gerçeği ve sosyal kuralları aklını kullanarak test etmeyi sever. Bireyselleşmiştir ; çevreye/Anababa otoritesine boyun eğmek yerine, kendi aklımızı kullanmamızı önerir. (Örneğin, oğluyla birlikte giderken kendisi eşeğe biner , çevreden ayıplarlar; oğlunu bindirir , ayıplarlar ; ikisi birden biner, eşeğe acıyıp ayıplarlar; ikisi birden eşeğin arkasından yürürler, aptallıkla suçlanırlar. Hoca'nın bu fikraya ilişkin kıssadan hissesi bence şudur: Şartlar neyi gerektiriyorsa, çevremize aldırmadan, onu yapmalıyız. Ölçüt kendi aklımız
otoritenin esiri de değildir. Esnektir; spontandır; gerektiğinde Hoca, Anababa otoritesine saygısız değildir; ancak bu olduğunda, kanunlarda duruma uygun bir hüküm bulamazsa, aklını kullanarak âdil ve zarif bir çözüm üretir. Bu çözüme, "saçma" olduğu için değil, bizim akıl edemediğimiz ilginç bir çözüm olduğu için güleriz (Dökmen, 1982). (Örneğin, yemeşıkırtısı dinleterek ödemeyi sağlaması ğinin buharından yararlanan kişiden davacı olan adama, para Nasrettin
Hoca bir
Çocuktur: Çünkü, spontan ve yara çocuk gibi muziptir. Eğlenmeyi sever; fikralarında güldüğünü hissederiz.
Snehmızda ve Günlük Yaşamımızda Kişilerarası İletişim

Hoca, Anababa, Yetişkin ve Çocuk rollerini yerine ve zamana göre kullanır. Çoğunlukla da bunları aynı fikra içinde kaynaşprarak sergiler. Ömeğin, kadı olduğunda, yemeğinin buharına ekod banan kişiden şikâyetçi olan bir davacı gelir. Hoca, kanunanda duruma uygun bir çözüm bulamayınca, davacının kulağında para sıkırdatarak "yemeğin buharını satan, paranın şıkırtısını alır" der. Kanımca Hoca burada, bulduğu çözüm şeklinden ötürü Yetişkin, adaleti sağladığı ve aynı zamanda davacıyı eleştirdiği için Anahaba, bütün bunları yaparken -muhtemelen- keyif aldığı ve izlevenlerine de keyifli vakit geçirttiği için de çocuktur.'

- Hoca, Anababa, Yetişkin ve Çocuk rollerini dengeli bir şekilde kullanabildiği için, insanlarla sağlıklı empati kurma gücüne sahiptir. Bu özelliği onu, hoşgörülü ve insan sever kılmıştır.

- 1982'de henüz empati ile ilgilenmediğim dönemde yaptığım bir araştırmada, Nasrettin Hoca Fıkraları'nda evrensel insan sevgisi bulunduğu ortaya çıkmıştı (Dökmen, 1982). Söz konusu araştırmada, 295 Nasrettin Hoca fıkrasının yanı sıra bir grup Aisopos, Grimm ve Türk Halk masalını, Kohlberg'in moral (ahlaki) gelişim basamakları açısından incelemiştim.Grim Masalları’nın ve Türk Halk Masalları'nın alt düzeyde, Aisopos Masalları’nın orta düzeye, Nasrettin Hoca Fıkraları’nın ise daha çok üst düzeyde moral mesajlar taşıdığı anlaşılmıştı. Üst düzeydeki moral mesajlar, bireyselliği, kişi vicdanına dayanan ahlâk ilkelerini ve evrensel insan sevgisini kapsamaktadır. sonuçlarına bakarak
Fikra ve masallarla ilgili araştırmaların ihtiyatlı olmak kaydıyla şunu söyleyebileceğimiz kanısındayım: Grim ve Türk Halk Masalları daha çok Çocuk-Anababalar Toplumuna, Aisopos Masalları Yetişkinler Toplumuna, Nasrettin Hoca Fıkralari ise Empatik Topluma özgüdür . Şüphesiz ki bu, araştırılması ve üzerinde tartışılması gereken bir iddiadır.
Iletisim Çatışmalan ve Empoli

Nasrettin Hoca alaycı değildir; fikralarında, karşısındaki kişiyi toptan eleştirmez; sadece onun belirli bir davranışını e leştirir . Böylece, kişilerarası iletişim -Özellikle pazarlık (negotiation)- alanında geçerli olan bir ilkeye uymuş olur. Söz konusu ilke "kişiyi değil, davranışını eleştir" ilkesidir. Bu ilke önem lidir. Çünkü kişiyi toptan eleştirdiğimizde yıkıcı oluruz; oysa onun belirli bir davranışını eleştirdiğimizde ise, ona bu davranışını değiştirme şansı vermiş oluruz. Hoca, en azından sezgiyle, bu tür bir ilkenin varlığını hissetmiş ve buna uygun davranmıştır. Böyle olunca da Hoca'nın bir "toptancı BEN’e" sahip olmadığını söyleyebiliriz. Diğer bir ifadeyle Hoca, "BEN değeri tiryakisi" değildir. Bu özelliği de O'nun, empatik topluma uygun bir üye sayılmasını gerekli kılmaktadır.

Nasrettin Hoca, Çocuk-Anababalar Toplumundaki birtakım yaygın özelliklere karşı çıkmıştır. Örneğin, bu toplum türünde insanların bireysel sınırları ya yok denecek kadar azdır ya da aşırı geçirgendir. Bu durum pratikte, bireylerin ve ailelerin özerk olamamalarına, insanlarin, birbirlerinin işlerine çok fazla karışmalarına yol açmaktadır. Hoca, bu yaygın sorunu da eleştirir. Örneğin, mahallelerine bir tepsi baklava gittiğini söyleyen kişiye "bana ne" der; bu kişinin, baklavanın Hoca'nın evine gittiğini söylemesi üzerine ise "sana ne" der.
138 Gelişim ve Öğrenme

Erkeksi Kadınsı ve Ortak cinsiyet rolleri

Lider gibi davranır 
Uysal 
Şefkatli 
Saldırgan 
Kibirli 
Neşeli 
Vicdanlı 
Hirsli 
Çocuksu 
Analitik 
Geleneksel 
Tutkulu 
Dostane 
Atilgan 
Kaba dil kullanmaz 
Mutlu 
Atletik 
Sakinleştirici 
Yardımcı 
Yarışmacı 
Kadınsı 
Etkisiz 
Inançlarını savunur 
Memnun edici 
Başat 
Nazik 
Kıskanç 
Sevimli 
Güçlü 
Kolay kandırılabilir 
Liderlik yeteneği var 
Hırçın 
Çocukları sever 
Bağımsız 
Sadık 
Güvenilir 
Sır saklar 
Bireyci 
ihtiyaçlara duyarlı 
İnce 
Kolay karar verir 
Ürkek 
Erkeksi 
Yüzeysel konuşan 
Ağırbaşlı 
Kendine güvenen 
Sempatik 
Yapmacıklı 
Kendine yeten 
Kibar 
Güçlü kişilikli 
Anlayışlı 
Doğru sözlü 
Karşı koymaya hevesli 
Sıcak 
Öngörülmez 
Risk almaya istekli 
Üretici 
Sistemsiz

Cinsiyet Farklılıkları
Doğru mu? Değil mi?
1. Kızlar erkeklerden daha "sosyal"dir. 
2. Kızlar erkeklerden daha çok telkine açıktır
3. Kızların özsaygıları daha düşüktür.
4. Kızlar yol öğrenme ve önceden öğrenilmiş tepkilerin engellenmesini gerektiren işlerde daha iyidirler.
5. Erkekler daha analitiktir 
6. Kızlar kalıtımdan, erkeklerse çevreden daha çok etkilenirler. 
7. Kızların başarı güdüsü eksiktir. 
8. Kızlar işitsel, erkeklerse görsel yönelimlidirler. 
Oldukça doğrulanmış cinsiyet farklılıkları:
1. Kızların sözel yeteneği erkeklerden daha yüksektir. Özellikle çocuklukta bu fark daha açık görünmektedir. 
2. Erkekler görsel-mekansal yetenekte üstündürler. Özellikle ergenlik ve yetişkinlikte belirgindir. 3. Erkekler matematik yetenekte üstündürler. 
4. Erkekler daha saldırgandır. Hem fiziksel, hem de sözel olarak erkekler daha saldırgandırlar. Ancak genelde düşünüldüğü gibi saldırganlığın kurbanları daha çok kızlar değil, diğer erkeklerdir.
Tartışmalı durumlar: 
1. Dokunsal duyarlık.
Fark elde edildiğinde, kızlar daha duyarlı çıkmaktadır. Ancak, genellikle araştırmalarda fark elde edilmemektedir.
2. Korku, ürkeklik ve kaygı.
Gözlemler fark göstermemektedir, ama kişilerin kendi ifadelerinde ve öğretmen derecelendirmelerinde kızlar yüksek görünmektedir.
3. Etkinlik düzeyi. 
Genelde fark elde edilmemektedir, ama elde edildiğinde erkekler yüksek bulunmaktadır. 
4. Yarışmacılık. 
Birçok araştırma fark göstermemiştir, ama fark elde edildiğinde erkekler daha yarışmacı bulunmaktadır. 
5. Başatlık 
Çocuklukta başatlık farkı görülmemektedir, ama sonraları erkekler daha çok baskınlık girişiminde bulunmaktadırlar. Her iki cinsiyetin de bulunduğu yetişkin gruplarında, başlangıç evrelerinde liderlik erkeklerden yana olmaktadır.
6. Şikayet
Çocuklukta yetişkinlerin emir ve yönergelerinden kızlar daha çok şikayet etmektedir. Erkekler akran grubundaki yerlerini korumakla ilgilendiklerinden (ayıplanmaktan korktukları için), şikayet etmiyor olabilirler. 
7. Koruma ve "anaç" davranış.
6-10 yaşlarındaki kızlarda koruyucu davranış daha sık görünmektedir, ama araştırmalar genelde fark bulamamaktadırlar. Cinsiyet hormonları alt-düzey hayvanlarda bu tür davranış için etkili görünmektedir, ama insanlarda araştırmalar bunu desteklememiştir.

Yazılarım

1-Okumaya,
2-Düşünmeye,
3-Çalışmaya,
4-Dinlenmeye,
5-Kendine,
6-Sevdiklerine,
7-Öğrenmeye,
8-Öğretmeye,
9-Değişmeye,
10-Gelişmeye,

"Tabak yıkıyorsan, tabak yıka!”

Bu atasözünde galiba “kendini yaptığın işe ver" denilmek isteniyor. Bu görünür anlamın yanı sıra, benim bu atasözüne yüklediğim anlam şu: “Kendini yaptığın işe vererek, evrenle ve o işle bütünleşerek, keyif alarak yap işini.” Kendimizi yaptığımız işe verebilmek için anımızı yaşamamız gerekir. Bu bölümün başında, anı yaşamak için, içinde bulunduğumuz mekâna ve zamana odaklaşmamız gerektiğini ileri sürmüştüm. “Tabak yıkıyorsan tabak yıka” sözü, sanırım söz konusu “odaklaşmak” fikrini güzel bir şekilde dile getiriyor.

Eğer evinizde tabak yıkıyorsanız, fakat aklınız iş yerinizde ise, yeterince tabak yıkamıyorsunuz demektir. İş yerinizde işinizi yapmaya çalışırken, aklınıza yaz tatili veya akşam yıkayacağınız tabaklar geliyorsa, bu kez de işinizi yeterince yapmıyorsunuz demektir.

Herkes sakız çiğnermiş ama çingene kızı tadını çıkararak cümüz vardır; o halde onu çiğneme şeklimizi de seçebiliriz. çiğnermiş. Yaşamda, sakız çiğnemeyi seçip seçmemeye gütadını çıkararak yaşamak ne güzel. Yaşamımızdaki herhangi bir şeyin veya daha da iyi her şeyin iş ve eğlence apayrı iki kavram değildir. İşini yaparken anını yaşamayı beceremeyen -varoluş hazzı duymayan kişibir ihtimal eğlenmeye çalışırken de anı yaşamayı beceremeleniyorsan eğlen", "Çalışıyorsan çalış", "Çocuğunla konuyecektir. Bu noktada, "Tabak yıkıyorsan tabak yıka”, “Eğşuyorsan, çocuğunla konuş” demek istiyorum. Bunu gerçekleştirmek için, yapılan işe, mekâna ve zamana odaklaşcine ve sevincine sahip olmak gereklidir. varoluş bilinmak, bütün bunları evrenle bütünleştirmek ve Yaşamak İçin Mekana ve Zamana Odaklaşma

Ya da tade slogan ortaya koymak istiyorum. Slogan Ama Bir an önce bitsin diyerek tabak yıkayabilirim. bak vikarken aklımdan şunlar geçebilir: “Ben varım ve şu an rabak yıkıyorum. Bu tabaklar, bu lavabo ve ellerim, müthiş bir gelişme sürecinin ürünüdür. Hiçbir canlı, tabakları bu „şekilde evirip çevirebilecek parmaklara sahip değil. Suyun akışı, tabağın içinin tertemiz olması, elimi tabağın içine bastırarak dolaştırdığımda çıkan ses hoşuma gidiyor. Ben şu an tabak yıkıyorum.” Bu düşünce, bir mantığa bürüme veya polyanacılık değildir; yapılan işle ve bu işi ve beni içinbarındıran dünyayla bütünleşmedir.

"İşinizi yapmayın, işinizi yaşayın.

Bu sözle şunu kastediyorum. Eğer bir işi, içinde bulunduğunuz anı yaşamadan yapmaya çalışıyorsanız “işinizi yapıyorsunuz" demektir. Eğer bir işi, içinde bulunduğunuz anı yaşayarak yapmaya çalışıyorsanız “işinizi yaşıyorsunuz” demektir. Bir işi yaşayarak yapmaya çalıştığınızda, içinde bulunduğunuz mekâna, zamana ve o işe odaklaşıyor, o işin, Dünya'nın/Evren'in bütünlüğü içinde bir yere sahip olduğunu ve o an onu yapmakta olduğunuzu fark ediyor ve bütün bunlardan bir coşku duyarak çalışıyorsunuz demektir. (Bir işi, evrenin bütünlüğü içinde ele almakla ilgili bir uygulamay! (EHE) “Evrenle Bütünleşmek” başlığı altında göreceksiniz.)

Bu dünyada yalnızca işlerini yapanlar, emekli olunca kendilerini işsiz kalmış hissederler.

Oysa bunun yerine, yaşamdan zevk alarak, işlerini yaşayarak yapanlar, emekli olunca, bu kez de emekliliğin tadını çıkarmayı becerirler. Yaşamaktan zevk almak yerine, yalnizca çalışmaktan zevk alanlar, emekli olunca perişan olurlar.

Çalışırken anın nasıl yaşanabileceği konusunu somutlaştırmak için yaşamımdan bir örnek vermek istiyorum. Çalışırken, belki en saniye içinde bulunduğum anı yaşamiyorum; zaman zaman yaşıyorum. Ancak bu da yeterli oluyor. Diyelim ki Ankara'da bir kütüphaneye gittim; orada bir kitabın belirli yerlerini kısa süre içinde okuyup not almam gerekiyor. Kitabı elime alınca, eğer yerler numaralı değilse, birkaç saniye salona bakıp oturmak için kendime uygun bir yer seçiyorum. Seçtiğim bu yer, benim için manzarası güzel -yani enstantane yakalamaya uygun bir yerdir. Kimi zaman öyle bir pencere önüne otururum ki, arada bir başımı kaldırınca Atakule'yi görebileyim; ya da başımı bir diğer yana çevirdiğimde uzayıp giden kütüphane raflarını görebileyim.

O kütüphanede hızla elimdeki kitabı okuyup anlamaya çalışırken, belki bir saniye aklımdan şunlar geçiyor: “Karşımda Atakule var; artık Paris'in bir parçası olmuş Eifel gibi, Atakule de bir gün Ankara'nın bir parçası olacak. Ben şu an buradayım, zaman içinde şu anın tekrarı olmayacaktır; şu an benim içimde ve etrafinda , tekrarı olmayan, eşi bulunmayan, eşsiz bir şey var ve ben bütün bunların farkındayim.”

Böyle düşünmek bana heyecan veriyor. İşiniz her ne olursa olsun, ister bir fabrikada çalışıyor, ister pazarda patates satıyor, isterse ev işi yapıyor olun, benzeri düşünceler sizin de yaptığınız işten keyif almanızı, daha da önemlisi dolu dolu yaşamanızı sağlayabilir.

Eger siz pazarda patates satıyorsanız, o an unca tekrarı olmayan muhteşem bir andır. Bunu fark ederseniz, yalnızca size ait olan çok değerli bir şey edinmiş olursunuz.

 Yemeğin Kabı Değişince Tadı da Değişir mi?
Yaptığınız bir işi “mecburen" de yapabilirsiniz, keyif duyarak da. Sahana kırdığınız yumurtayı mecburen de yiyebilirsiniz, o yumurtayı lüks bir akşam yemeği haline de getirebilirsiniz. Böyle lüks yaşamanın fazlaca para gerektireceğini düşünmeyiniz. Para dış zenginliktir. Paramızı artırmadan, yalnızca iç zenginliğimizi artırarak da lüks yaşamak mümkündür. Varoluş düzeyimizi nasıl yükseltebileceğimizi, iç zenginliğimizi nasıl artırabileceğimizi kitabın ilerleyen bölümlerinde göreceğiz. Şimdi yaşamı zenginleştirmeye ilişkin yalnızca küçük bir örnek vermek istiyorum. Yumurtayı nasıl yemeli?
Sahanda pişen yumurtayı, çoğunlukla beyaz tabaklarca rek kendime "Yumurtayı başka nasıl yiyebilirim?" sorusun yeriz. Birkaç yıl önce, bir televizyon programından esinlene sordum. (Buradaki “Başka nasıl?” sorusunun altını çizme istiyorum. Bir etkinliği başka nasıl yapabileceğimizi sorgu lamak, yaratıcılığa giden yolda çok önemli bir adımdır. Yumurtayı, beyaz porselen tabakta yemek yerine, siyah bir tabakta yemek daha keyifli olabilirdi. Düşününüz: Siya tabakta, çevresi beyaz ortası sarı bir yumurta; yanina birkaç dilim de havuç kesip koydunuz. Bu yumurtanın tadı ari değişmiştir. Hikmet babamdan (kayınpederim) öğrendiğim bir söz var. Anadolu'da “Yemeğin kabi değişirse, tadı da değişir" derlermiş. Galiba doğru. Yemeğin ve onun da öte. sinde yaşamın, kabını ve kapsamını değiştirmeyi, geliştirme yi öğrenmek gerek. Bunu öğrendiğimizde, varolma ve geliş me sürecinde yol katetmiş oluruz.

İki Defa Gülmek Sakıncalı mı?

İlkokul yıllarında kız arkadaşlarımın bir sözlerini hatırliyorum. Oyun oynarken birkaç defa güldükten sonra “Ay çok güldük; şimdi ağlayacağız” derlerdi. Sanırım bu söz şimdilerde de söyleniyor. Galiba bu ve benzeri tavırlar, teneffüs vermeden yaşamaya, varoluşu yaşamadan yaşamaya birer örnektir. Oysa gülerek yaşamak, yaşamı daha kaliteli hale getirir.

İnsanları yönetmenin, onları kendinize bağımlı kılmanın yollarından birisi, onların spontanlıklarını bastırmaktır. Onlarin, kendi istedikleri gibi değil de, sizin istediğiniz gibi davranmalarını istiyorsanız, öncelikle gülmelerini kontrol altına almalısınız. Bir insanın gülmesini, kurallara bağlayarak kontrol altına alırsanız, giderek o insanı tümüyle kontrolünüze alabilirsiniz. Bu, insanları yönetmenin kötü bir yoludur. Sizin için görünürde karlı olabilir; ancak hem erdemli değildir, hem de başlangıçta sizin kontrol ettikleriniz giderek sizi kontrol etmeye başlar. Şöyle ki:

Kontrolde aşırıya kaçan, kendisi de kontrol edilir. Örneģin, doğal yaşamını yok ederek kontrol altına aldığımız dünya, bugün bizi beton yığınlarıyla kontrol etmektedir. Spontanlıklarını bastırarak insanları kontrol ettiğinizde, aşırı kontrol kültürün bir parçası haline gelir, başkaları da sizi kontrol eder.

İnsanların gülmelerini, doğrudan ya da dolaylı olarak engellemek demek, onların spontanlıklarını bastırmak, varoluş hazzı duymalarını engellemek demektir. Spontanlıkları bastırılmış, varoluş hazzı duymaları engellenmiş insanlar, bireyselleşme ve yaratıcı olma şanslarını, büyük ölçüde kaybederler. Böyle olunca da, birilerine bağımlı olma, onların güdümüne girme ihtimalleri artar. Çin atasözü “Gülerken göbeği hoplamayan adamdan korkarım” diyor. Gülmek, yalnizca yaratıcı ve bireysel olabilmek için gerekli değildir($). Gülmek, insanları sevmek için de gereklidir. Yürekten gülen, göbeği hoplayarak gülen bir insan, insanları ve tüm Evren'i sevmeye de hazır demektir.

Kahkaha ile gülen bir insan, adeta “Ben varım ve yaşıyorum!” der. Ancak gülen insanın, yaratıcı olması, gelişmesi, çevresini geliştirmesi ve tüm Evren’i kucaklaması mümkündür.

Bir Nasrettin Hoca fikrasına niçin güleriz? Çünkü fıkranın başında bir sorun vardır; fıkranın sonunda ise Hoca, kolayca aklımıza gelmeyecek yaratıcı bir çözüm üretir. İşte bizi, bu yaratıcı çözüm güldürür. Buluşlarıyla gelecek kuşaklara hediyeler bırakmış olan bilimadamları, hiç fikra a latmamış olabilirler, ancak insanlığın yüzünü güldürmektedir ler. Pasteur hâlâ yüzümüzü güldürmektedir. Yani kısacası, insanlığın yüzünü güldürmek açısından Nasrettin Hoca, Moliere, Edison ve Pasteur arasında bir fark yoktur.

Dördünün ortak yanı spontanlıklarını ve yaratıcılıkların insanlık için kullanmış olmalarıdır. Bunlar, gülmüş ve dürmüş kahramanlardır. Gülmeyi beceren, güldürür de yüzü gülmeyen (gerçek ve mecazi anlamda) kişinin, yakınla rinin veya dünyanın yüzünü güldürmesi de zordur.

Bugünümüzü Çalan İki Hırsız

Yıllar boyunca pek çok kişiye, pek çok arkadaşıma, "Şu an ne hissediyorsun?” diye sordum. Bu soruyu sorduğum ortam, bazen bir iş yeriydi, bazen de bir lokanta. Bir aile toplantısında ya da güzel bir manzara karşısında da sorduğum oldu “Şu an ne hissediyorsun?” sorusunu. Verilen cevapların oldukça küçük bir bölümü, o an içinde bulunduğumuz ortamla ilgiliydi. Cevapların büyük bir bölümü, cevap veren kişinin ya geçmiş yaşantısıyla ya da gelecekte olacaklarla ilgiliydi. Örneğin insanlar şunları söylüyorlardı:

“Geçen haftaki toplantıyı düşünüyorum.”

"Çocuklar evde ne yaptılar acaba?”

“Taksiti nasıl ödeyeceğiz?”

“Acaba dilekçemi işleme koydular mı?”. ور

Bunlar ve benzeri cevaplar, içinde yaşanılan an ile ilgili değil; ya geçmişle ilgili, ya da gelecekle ilgili. Oysa insanlar, o an içinde bulundukları dış dünyayı ve sahip oldukları iç dünyayı fark edip bir şeyler söyleyebilirler. Örneğin "Şu an karşımdaki manzara bana coşku veriyor” diyebilirler; ya da "Sandalye rahatsız ediyor" diyebilirler. Bunları söylemek, içinde yaşanılan anı fark etmek demektir. Bizler, içinde bulunduğumuz ortamı ve kendimizi fark etmek ve bulunduğumuz anı dolu dolu yaşamak yerine, çoğunlukla geçmişi ya da geleceği düşünmeyi alışkanlık haline getirmişizdir. Varoluşçu Felsefe’nin bu konuya bakış tarzını özetlemekte olan çok beğendiğim bir özdeyişi var. Şöyle: “Bugünümüzü çalan iki
Varolmak Gelişmek
Uzlaste ve geleceğe lursız var, geçmişe ilişkin pişmanlıklarımız kin kaygılarımız. Bu iki hırsız bugünümüzü alıp
ili götürür."" Gerçekten içinde bulunduğumuz anın tadını çıkarman, engelleyen iki kötü alışkanlığımız vardır: Düne ilişkin manlıklarımız ve yarına ilişkin kaygılarımız. Dünle ve yu runla ilgili bu düşünceler, bugünümüzü alıp götürür, ader, erozyona uğratır. “Selam” adlı şiir kitabımdaki bazı şiirle varoluşçu görüşle, özellikle içinde bulunulan anı yaşamaki ilgili. Bunlardan birisi olan Çarşamba'nın İzin Günü ad şiirin bir bölümünü paylaşmak istiyorum:

Memurun izin günü vardır, Yağmurun izin günü vardır, Her şeyin izin günü vardır, Çarşambanın izin günü yoktur. Tarihte çarşamba hiç atlanmamıştır.

Bir haftadan ötekine Koşturup durdu Çarşamba. Ömrü-günü yolda geçti. Ya perşembe için kaygılandı, ya pişmanlık duydu salıdan. Gününü gün edemedi. Saatleri eşsizdi, yalnızca onundu. O ise kendini hiç fark etmedi. Günlerden bir gündü, Hafiada bir geçiverdi.

Çarşamba, ya Perşembe için kaygılanıyormuş ya da Salidan pişmanlık duyuyormuş. Bu yüzden gününü gün edememiş, içinde bulunduğu anın tadını çıkaramamış, kısacası varoluşunu yaşayamamış.

Giriş: Gözlemler, Görüşler, Öyküler

Sokakta, kafanızda düne ilişkin ya da yarına ilişkin türlü düşüncelerle yürüyebilirsiniz. Bu durumda büyük bir ihtimalle, sokağa bakarsınız, fakat görmezsiniz; sokağı fark etmeden yürürsünüz. Sokak ziyan olur; asıl önemlisi, o sokakta geçen dakikalarınız ziyan olur. O sokakta, yeterince var olmadan yürümüş olursunuz. Bazen de sokaklar gibi, bütün bir hayatımız geçip gider fark etmeyiz. Ev alma, araba alma, faturaları ödeme telaşıyla yıllar geçer; çocuklarımızı yeterince fark edemeden, bir de bakarız ki büyümüşler.

Oysa bütün bunların yerine, yaşamdaki hedeflerinizden vazgeçmeksizin sokakları fark ederek yürümeniz, çocuklarınızı fark ederek büyütmeniz mümkündür. Yaptığımız işlerin tadını çıkararak yaşamanız mümkündür. Bir okuldan mezun olduktan sonra “Ah ne güzel günlerdi” diye kaçırılmış güzellikleri hasretle ve esefle hatırlamak yerine, o güzel günleri yaşarken fark etmeniz mümkündür. Yaşamda geçen bir saniyenin, Evren tarihi boyunca bir daha tekrarlanması mümkün değildir. (Herakleitos'un dediği gibi “Bir ırmakta iki defa yıkanamazsınız”.) O halde, yaşamımızı oluşturan, o tekrarı mümkün olmayan, o eşsiz saniyelerin tadini çıkararak yaşamaya ne dersiniz?

İnsan ve Hayvan Bilinçleri Arasındaki Fark
İnsan ve hayvan bilinçleri arasında temelde önemli bir farklılık var. İnsanda benlik bilinci vardır; insan, ben ile besolmayan ayırımını yapabilmektedir. Hayvanlar, bilinçler sayesinde fark edebilmektedirler; fakat insan benlik bilina sayesinde fark ettiğini de fark edebilmektedir. (Eğer hayvanların fark ettiklerini fark ettiklerini belirtirsek, insanın fark ettiğini, fark ettiğini, fark ettiği söylenebilir
İnsanlar ve hayvanlar, geçmişte algıladıkları sahneleri ve yaptıkları davranışları zihinlerinde canlandırabilirler. Fakat insan, hayvanlardan farklı olarak, yaşadıklarından yola çıkarak, hiç yaşamadığı sahneleri ve geçmişte sergilemediği davranışları da zihninde canlandırabilir. Yani insan, zihninde, henüz sahneye konmamış birtakım senoryaları canlandırabilir, dış dünyaya zihninde şekil verebilir, dış dünyayı hayali olarak kontrol edebilir. İnsanın bu özelliği sayesinde, mevcutlardan yola çıkarak, zihinsel modellemeler yoluyla yeni araçlar yapması, yani yaratıcılık sergilemesi mümkün olabilir.

Çok Çalışmak

Bir ihtiyarın üç çocuğu varmış. Ömrünün sonlarına eren bu ihtiyar, çocuklarını başına toplıyarak şöyle öğüt vermiş: oğullarım! görüyorsunuz ki: ben ölüme hazırlanıyorum. Son olarak size bir sözüm var: ben sağlığımda artırabildiğim paraları bir küpün içine doldurup bahçenin bir köşesine gömmüştüm. Fakat onu ne tarafa gömdüğümü şimdi hatırlıyamıyorum. Ben öldükten sonra siz o parayı arayıp bulunuz...

Üç kardeş babalarını toprağa gömdükten sonra toprağın içindeki altın küpünü bulmak amaciyle o geniş bahçeyi karış karış kazdılar; toprağı âdeta elekten geçirir gibi aktardılar. Fakat altın küpünü bir türlü bulamaduar, ve ümitlerini kestiler. İçlerinden biri dedi ki: bu toprağa bu kadar emek vermişken her tarafına ekin ekelim. Hiç olmazsa ondan fayda görürüz.

Bu sözü öbürleri de iyi gördüler ve güzel bir tohum bulup bahçenin her tarafını ektiler. Allah öyle bir buğday verdi ki, ambarlar dolup taştı. Ellerine pek çok para geçti. Anladılar ki: babalarının söylediği altın dolu küp toprağı kazmak yoliyle çalışıp iş yapmakta imiş. Böylece çaLşmanın tadını alan bu üç kardeş, bundan sonra durmadan çalıştılar ve bu sayede çok zengin oldular.

İşte çocuklarım! Her şey böyledir. İlim, servet, büyük adam olmak hep çalışmakla elde edilir. Çalışan kazanır, büyür, yükselir, herkesin yanında itibarı artar, muradına erer. Çalışmıyan daima sakat ve muhtaç kalır, başkalarına kul köle olur.

Su küçüğün, söz büyüğün 

Çocuk-Anababalardan oluşan bir toplum olduğumuzu, günlük yaşamda Çocuk-Anababa türü iletişimi doya doya yaşamak istediğimizi gösteren güzel bir atasözü var. Şöyle:

Su küçüğün söz büyüğün

Bu söz bize ne anlatıyor? Böyle bir sözün doğruluğuna inanan kişilerin, kişilerarası ilişkiler konusundaki beklentileri, sanınm şöyle sıralanabilir:

a) Büyükler, küçükleri korumalı; büyükler Koruyucu Anababa olmalı,

b) Küçükler, büyüklerin sözünü dinlemeli, Uslu Çocuk olmali,

Çocuklar, haddini bilmeli; çocuklar/insanlar, kendilenini doyuran, koruyan kişilere itaat etmeli, büyüklerin görüşlerine karşıt fikirler ileri sürmemeli.

"Böyle olmasında ne zarar var?" diyebilirsiniz. Kanımca, büyüklerin küçükleri doyurmalarında ve kollamalarında hiçbir sakınca yoktur. Fakat büyükler, bu fedakârlıklarının karşılığında "söz söyleme" tekelini ellerinde tutmak istediklerinde probJem ortaya çıkmaktadır. "Su küçüğün, söz büyüğün" anlayışını benimsediğimizde, büyüklerle küçükler arasında diyalog kopukluğu kaçınılmaz olacaktır. Ülkemizde hâlâ köylerde, kasabalarda birçok kahvede gençler ve yaşlılar ayrı ayrı yerlere oturmaktadırlar. (Bunun bir istisnası vardır; yaşları kaç olursa olsun mülkî âmirler ve öğretmenler yaşlılar tarafına buyur edilir.) Evlerde, tarlalarda, çoluk-çocuk sahibi de olsalar genç insanlar, ve dedeleriyle karşı karşıya geçip rahatça konuşamamaktadırlar. Gençlerin büyüklerin görüşlerine itiraz etmeleri yasaktır; bunu belki anlayabiliriz. Fakat gençlerin, itiraz etmeksizin, babalarının önünde kişisel görüşlerini dile getirmeleri de yasaktır. Böyle olunca kuşaklar arasında, aşılması zor bir duvar ortaya çıkmaktadır. Gençler, muhtemelen hayranlık duybabalarıyla dukları babalarını uzaktan gözleyebilmekte ve gözledikleri kadarıyla özdeşim kurabilmektedirler. Babalarıyla konuşup tartışma yeterince yararlanmaları ve kendilerini birer "Yetişkin" olarak geliştirmeleri, gerçekleştirmeleri mümkün olmamaktadır.

İletişim Çalışmaları ve Empati

Geleneksel yaşam biçimimizde, kuşaklar arasında inanıl. ması zor bir hiyerarşi vardır. Babaların ve annelerin kendi ço cuklarını büyüklerin yanında sevmeleri, hatta onlara doğduk larında kendi istedikleri isimleri vermeleri ayıptır, yasaktır. Ni ce köyümüzde şöyle bir kural hâlâ geçerlidir : Genç bir baba nin çocuğu yere düşse, yüzü gözü kanasa, bu babanın babası yani çocuğun dedesi "kaldır" demeden baba çocuğunu yerden kaldıramaz. Eğer otomatik olarak düşen çocuğunuzun yanına koşarsanız, çevre sizi ayıplar. Uslu Çocuk olup, babanızdan emir beklemeniz gerekir. Ne demişler; "su küçüğün, söz büyüğün". Çocuğunuzun hayati tehlikede bile olsa, kendi başiniza karar veremezsiniz; Yetişkin olamazsınız. Toplum sizi, büyüklerin gözüne bakan Çocuk rolünde görmek ister; bağımlı olasınız ister.

Öğrenci arkadaşlarımla yaptığım bireysel ve grupla danışmalarda gözlediğim kadarıyla, gençlerle babaları arasındaki diyalog kopuklukları her iki tarafa da acı vermektedir. Genç arkadaşlarımla aramda geçen konuşmalardan bir kısmı şöyledir:

Ben: Babanın olumsuz yanlarını sıraladın; olumlu yanı da var mı? Genç

Genç: Hiç düşünmedim.

Ben: Şimdi düşünür müsün?

Genç: Babam dürüst bir insandır; dürüstlüğü ile iftihar ediyorum. Ben: Bunu ona söyledin mi; ya da söyleyebilir misin? Genç: Hayır, söyleyemem. Ben: Niçin? Genç: Ayıp olur. Ben: Peki, babanı hiç öptün mü? Genç: Elini öperim ama yüzünü öpmem. Yüzünü de öpmek isterdim, ama öpemem. Ben: Niçin? Genç: Ayıp olur. Ben: Ayıp olacağını kim söyledi? Genç: Bilmem, ayip olur işte.

Yetişkin Olmak Kolay mı?

Çocuk-Anababalar Toplumundan Yetişkinler Toplumuna ya da Empatik Topluma giden yolda yeterince hızlı yol almıyor olabiliriz. Bunu doğal kabul etmek gerekir. Çünkü bir toplumda yüzyıllarca egemen olmuş bir yaşama/iletişim biçimini kısa sürede değiştirmek oldukça zordur. Bu yüzden olsa gerek, Cumhuriyetle birlikte gelen düşünce reformunu yasalardan pratiğe geçirmek kolay olmamaktadır. Öte yandan okullarda

Cüceloğlu'nun kitapları: İnsan İnsana (1979), Yeniden İnsan insana (1992), insan ve Davranışı (1991), İçimizdeki çocuk (1993), İyi Düşün Karar Ver (1993) ve Yetişkin Çocuklar (1994).

Sanatımızda ve Günlük Yaşamımızda Kişilerarası İletişim

okutulan, bir Yetişkin insan yetiştirmeyi hedefleyen bilgileri, vasam stilimize ve dünya görüşümüze sindiremiyoruz. Örnežin, üniversiteyi bitirene kadar kendisine yıllarca deneyin ve gözlemin önemi anlatılmış nice aydın, falcılara, medyumlara gidiyor. Aydınlarımız, bu kişilerin kendilerine sundukları bilgileri, hangi deney ve gözlemle edindiklerini sorgulamıyorlar. Yıldız falcısının bir şekilde birleştirip aslana benzettiği yıldızlann, başka bir şekilde birleştirilip ütüye ya da kerpetene benzetilebileceği akıllarına gelmiyor.

Geleneksel dünya görüşünden uzaklaştıklarını düşünen aydınlarımız bile zaman zaman geleneksel tarzda iletişimler sergiliyorlar. Bu konuda iki gözlemini paylaşmak istiyorum:

Birinci gözlemim, senaryosunu Bilgesu Erenus'un yazdığı bir İrfan Tözüm filmi; adı Devlerin Ölümü. Sabahattin Ali'nin üç hikâyesini temel alan bir senaryoya dayanan bu film, artık insanlarımızın dudak büktüğü Eski Türk Filmlerinden çok farklı. Devlerin Ölümü, gerçeği bir Yetişkin tavrıyla irdeleyen insanların ortaya koyduğu çağdaş bir eser. Yani bu filmi, ÇocukAnababalar değil, Yetişkinler, belki de Empatik Toplumun öncüleri çevirmiş. Ancak filmin bir sahnesinde, Çocuk-Anababalar Toplumundan miras kalmış bir iletişim sergileniyor. Şöyle ki; film çekim ekibi bir okulun yanından geçerken bir çocuk yönetmene yaklaşıp (yönetmeni Tarık Akan oynuyor), "Film mi çevireceksiniz amca?" diye soruyor. Yönetmen ise gülümseyerek çocuğun başını okşuyor ve cevap vermeden yürüyüp gidiyor. Şekil-51a'da görüldüğü üzere, yönetmen bu davranışıyla çocuğu, Çocuk yerine koymuş, Yetişkin yerine koymamıştır. Yani yönetmen, Çocuk-Anababalar Toplumuna uygun bir davranış sergilemiştir. Çünkü Çocuk-Anababalar Toplumunda çocuklara ya "aferin" denilir, ya azarlanır ya da bir emir verilir; çocukla diyalog kurulmaz, sohbet edilmez; hatta bir misafirin yanında soru soran çocuklara cevap verilmez, (mümkünse hiç verilmez). Buna karşılık çocuklar sevilir, korunur, bazı soruları karşısında yönetmenin yaptığı gibi kafaları okşanır ve sanki ortamda yoklarmış gibi iletişim noktalanır. Yetişkin yanını geliştirmiş bir büyükten ise, Şekil52b'de görüldüğü gibi davranmasını bekleriz. Böyle bir kişi, çocuğun sorusunu cevapsız bırakmaz; "Evet film çeviriyoruz" ya da "Hayır" diye karşılık verir. Böyle davrandığında ise karşısındaki çocuğu Yetişkin yerine koymuş, "adam" yerine koymuş olur.

Soru soran bir çocuğa cevap vermeden sadece kafasını okşamak bir Çocuk-Anababa tavrıdır; sadece cevap verip yürüyüp gitmek bir Yetişkin tavrıdır; çocuğa hem cevap vermek, hem de kafasını okşamak ise Empatik Topluma özgü daha gelişmiş ve sentezleyici bir tavırdır.

Geleneksel dünya görüşünden uzaklaştıklarını düşünen aydınlarımızın sergiledikleri geleneksel tarzdaki iletişimlere ikinci örneğim şu: Son on beş-yirmi yıldır üniversite mezunu bazı aydınlarımız herkese (bakkala, çöpçüye, balıkçıya, öğretmene, avukata) "hocam" diye hitap ediyorlar. Bu davranışları, gerçek hocaların (özellikle öğretim üyelerinin) otoritesine baş kaldırma isteğinden kaynaklanıyor olabilir ya da "herkesten öğrenebileceğimiz bir şeyler vardır" görüşünden kaynaklanan eşitlikçi bir anlayışın ürünü olabilir. Gerekçe ne olursa olsun, konunun ilginç yanı bence şu: Geleneksel dünya görüşünden uzaklaşmak isteyen -belki gerçekten de uzaklaşmış olan- aydınlarımız, modern bir iletişim üslûbu oluşturmaya niyetlendiklerinde, geleneksel bir kelime olan "hocam" kelimesini simge olarak seçmişlerdir. Dedelerimizin geçmişte hayal ettikleri, "rahat ve yaratıcı Nasrettin" tipine "hoca" sıfatını eklemeleri gibi, günümüzün aydınları da her yiğide "hoca" demeyi uygun görmüşlerdir. Bence bu tavır, insanların dünya görüşleri değişse bile, benliklerinin derinlerine işlemiş olan iletişim tarzının kolay değişmeyeceğine güzel bir örnektir.

İletişim

Sosyal yaşamı önemli bir kelime ile özetlemek istesek, herhalde bu kelime “iletişim” olurdu. İletişim, dolayısıyla sosyal yaşam, varoluşumuzun temel öğelerinden.

Kişinin iletişim tarzı ile varolma tarzı / varolma düzeyi arasında karşılıklı etkileşim vardır. Kurduğunuz iletişimin niteliği nasıl bir insan olacağınızı belirler; nasıl bir insan olduğunuz ise kuracağınız iletişimi belirler. Eğer isterseniz, iletişimi bir sanat, kendinizi de bir iletişim sanatçısı haline getirebilirsiniz. Ekolünüz size kalmıştır.

Ekolden neyi kastediyorum: Bireyin kurduğu iletişimlerde, onun kişiliğinin ve iletişim bilgisinin etkisi kadar, hangi rolü icra ettiğinin, hangi değerleri benimsediğinin ve hangi düzeyde oyun oynadığının da etkisi vardır. Sanat ekollerine benzer şekilde, toplumların ve bireylerin de iletişim ekolleri olduğunu düşünebiliriz.

Diyelim ki Ahmet Bey kuyrukta bekliyor ve kuyruğun kişiyi, mensup olduğu sanat ekolüne veya dünya görüşüne bu münasebetsizi nasıl uyarır? Şüphesiz ki Ahmet Bey bu uygun bir üslupla uyarır. Şimdi Ahmet Bey'in kuyrukta önüne geçen kişiye verebileceği tepkilere bakalım:

Klasik tepki: "Sıraya geç kardeşim.” Neoklasik tepki: “Şeker kardeşim sıraya geçiver."

Realist tepki: "Sıra var"

Sürrealist (gerçeküstü): "Sallandıracaksın bunlardan iki tanesini Kızılay'da, bak bir daha yapiyorlar mı?”

Romantik: "Beyefendi galiba sırayı görmediniz "

Naturalist: "Sırana geç.

Modern: "Efendim insanımız eğitimsiz. Halbuki Avrupa'da..."

Post-modern: “Sıraya geç lan ayı!”

Mutabakatçı: "Acelesi olmasa öne geçmezdi; üzmeyin garibi.”

Devrimci: "Alt yapi sorunları çözülmeden halkımız siraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek.

Kaderci: “Bırakın geçsin ya. İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür."

Felsefeci (septik/kuşkucu): "Ön ve arka kavramları izafidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir.” demektir.

Kanıtçı: “Efendim, algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa, adam yok olur." 

Kötümser varoluşçu: “Herkes bir gün ölecek onurlu bir şekilde bekleyin, o adam da ölecek. "

İyimser varoluşçu: “Sıkmayın canınızı şu anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve önünüze geçiyorlar.”

Hümanist: “İnsanlık bir bütündür. hepimiz birimiz için. Birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş gibi oluyoruz.

Köyümüzden

Yerelma Köyü

Köyümüzden görüntüler

Köyümüzden görüntüler2

Köyümüzden görüntüler3

Köyümüzden görüntüler4

Son Dakika Haberler

Canlı Tv İzle

Spor Haberleri

Sosyal Medyada Takip Edin

Whatsapp facebook youtube instagram twitter feedburner linkedin